Neden Buradayız?

BİZ KİMİZ VE NEDEN BURADAYIZ?

Çağımızın belki de en önemli gereksinimlerinden birisi haline geldi Uluslararası Ticaret. Biz “Dış” Ticaret terimini kullanan birçoklarının aksine ısrarla, yaptığımız işe “Uluslararası” Ticaret diyoruz çünkü biz “Dış” kelimesine karşılık gelen “Foreign” çevirisine inat, bu işi bir “Yabancı/Yabancılık” olarak tanımlamak yerine bu durumun aslında “Uluslararası” bir etkileşim olduğuna inananlardanız. Uluslararası Ticaret nedir? Neden bu kadar gerekli? Yaptığımız ticaretin ne kadarı bilgilerimize dayanıyor? Strateji olmaksızın yapılan bir Uluslararası Ticaret operasyonunda hangi riskler bizi bekliyor? Gümrükçü seçimi bizi gerçekten “rezil” ya da “vezir” mi eder? Uluslararası Ticarette Nakliye terimlerini bilmek ne kadar önemli? Bankalar ödeme şartlarımızı oluştururken ticari haklarımızın ne kadarını koruyabiliyorlar? Tüm bu soruların cevabını vermek inanın ki çok uzun zaman ve sebat ister; bizde olmadığından değil yanlış anlaşılmasın, tüm bunları size 40 yıllık hatır beklentimiz olmaksınız, ikram edeceğimiz kahve eşliğinde ofisimizi ziyaretiniz sırasında anlatma arzusundayız.

“Dış Ticaret” – “Uluslararası Ticaret” karmaşasını bir kenara koyalım sormadan edemiyorum; İthalat üvey evlat muamelesine tabii iken neden ille de herkes İhracat ve İhracat diyor bu ülkede? Milletçe Uluslararası Satış ile ülkeye girecek “yabancı” paranın peşinde, aslında bu ülkeye realite de hiç giremeyen yabancı paranın getirdiği “yabancılaşma” içinde yaşayıp gitmekteyiz. Bu mevzu bahsi geçen yabancılaşma aslında sadece toplumsal düzeyde değil, kavramsal olarak “İthalat/İhracat” arasında da mevcut ki aktif ticari hayatin içinde olanlar bile bu yanılgıyı algılayamamakta. Ülkelerin sadece İhracat deyip durduğu şu ortamda, aslında arka planda İthalatın gölgesi olmaksızın bir şekilde gerçek büyümenin olamayacağını göremiyoruz. Gelin herhangi bir pazarda ithalatın kesildiğini farz edelim, neler olur ne dersiniz bir bakalım. Piyasada tekelleşen yerli sermayeden kim koruyacak tüketicinin haklarını? Çeşit sunulmaksınız tek düze at koşturulan bir Pazar ne katabilir gelecek nesillere? Bu durumu kanımca daha somut bir örnekle açıklamak lazım:  Thomas Moore’un sınırlarının olmadığı “Tek Toplum/Tek Millet” Ütopyasında olduğu gibi ülkeyi her türlü elektronik yeniliğe kapatalım; en basit gündelik tüketim alışkanlıklarımızdan tutunda, telefon, elektrik, internet vs. gibi, daha büyükleri de dâhil olmak üzere araba, tren, uçak gibi aklınıza gelen her şeyi… Metropol diye atfettiğimiz İstanbul, büyükşehir Ankara’nın ya da Ege’nin incisi İzmir’in, ne farkı kalır Ortaçağ coğrafyasından? İşte bugün göreceli olarak “evrimleşmeden” bahsedebiliyorsak bunu nelere “borçlu” olduğumuzu bilerek tanımlamamız gerekir. Borçlanmadan herhangi bir şeye sahip olunmuyor; tıpkı “İthalat ile almadan, İhracat ile satılmadığı” gibi… Aksi bir durum iddia edilseydi zaten yaşadığımız yere Dünya değil Ütopya derdik ve belki de ölümünden yıllar sonra “Uygulamalı Ütopya” modelimizle Moore’u çok mutlu etmiş olurduk.  

Bu durumu biraz daha anlaşılır hale getirirsek unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek var; bugün Arçelik beyaz eşya imalatı yapabiliyorsa bunu yapmış olduğu teknoloji ithalatına borçlu. Bugün dünyanın tartışmasız en hızlı büyüyen ekonomileri, yabancı ortaklığı olmaksızın ya da ithal ettiği imalat makineleri ya da teknolojisi olmaksızın nasıl bir İhracat gurusu olabilirdi? Herhangi bir şeyi istemezken bunun nedenlerini kendimize sorup iyi analiz etmemiz lazım, neden istemiyoruz ithalatı diye? Neden İthalat üvey evladımız ilan edildi? Biz mi istedik, böylemi düşünmemiz istenildi? Buna verilecek en güzel cevap aslında ithalatın ne olduğunu iyi anlamak bence. Gündelik yaşantımıza bir bakalım; her konuda bir ithalatımız var, tek bizlerin değil tüm ülkelerin: bilgi birikimi, yabancı uzman istihdamı, teknoloji, fuar, ticari heyet, seminer, iş ve turistik gezilerimiz, eğitim ve aklımıza gelmeyen daha birçokları. Globalleşen dünyada aslında iç pazarı aktif tutmanın ve yeniliklerle donatabilmenin gizli kahramanı olan İthalatı, en bilinen terimiyle tanıyoruz: “Ürün İthalatı”. Tamda bu noktada aslında söz dönüyor dolaşıyor yine Uzakdoğu coğrafyasının en popüler aktörlerinden Çin ve Hindistan’a geliyor. Ucuz hammadde/iş gücü ve seri imalatta lider ülkeler konumda dünyanın ihracat dengesindeki üstünlüğünü elinde bulunduran bu ülkeler, tüm pazarlar için adeta bir “İthalat Tehdidi” olarak algılanırken, aslında bu reel olmayan tehdidin ardında duran fırsatlar ve ithalatçı ülkelerin yerel sektörlerinin gelişimine göreceli olarak pozitif katkıları da unutulmamalıdır. Biz Minola ailesi olarak, ülkemizin ticaretine çok yönlü açıdan bakıyoruz; Uluslararası (Dış) Ticaret açığının görünmeyen nedenlerini bir yana koyarak ve objektif bir yaklaşımla İhracat-İthalat dengesine eşit mesafede durarak…

Tüm bu yukarıdaki sözlerimiz yanlış anlaşılmaya neden olmasın lütfen; “hoş geldin ithalat, güle güle ihracat” gibi bir tavrımız yok. Sadece demek istediğimiz birçoklarının aksine, bizde ithalata da hoş geldin diyebilecek, eşit hükümlü bir tavır var. Dünyevi hayat için yaratılmış her şey gibi, her şeyin bir tamamlayıcı yarısı mutlaka vardır (Ying/Yang Felsefesi) ve her varlığın/kavramın kendisini tamamlayan diğer yarısı olmaksızın “bütünlüğünü” oluşturamayacağının ve tam anlamıyla kendi potansiyelinden kaynaklanan misyonunu tamamlayamayacaginin altını önemle çizmek gerekli.

“Her şeyin ufak bir başlangıcı var” (Omnium rerum principia parva sunt) diyor ünlü filozof Çiçero. Her şeye ve herkese rağmen biz de ufak adımlardan büyük maratonlara çıkmaya hazır bir Türkiye idealistiyiz.

Hayaller ufkunuzda var oldukları sürece umutların yarınları gerçek olur. Hayallerinin gerçekleşeceğine yürekten inanan tüm yeni/eski ticari girişimcilerimize ithafen…

AYGEHAN MİNE ÖZCAN

MİNOLA ULUSLARARASI TİCARET LTD. ŞTİ.