Uluslararası Ticaretin Neresindeyiz?

ULUSLAR ARASI TİCARETİN NERESİNDEYİZ?

Uluslararası Ticaret, bir ülkenin ekonomik gelişiminin en önemli parametrelerinden birisi olmasının yanı sıra aslında kendi doğal oluşum surecinde toplumların kültürel iletişim ve etkileşimini de içinde barındırmaktadır. Başka bir deyişle farklı kültürlerin buluşma noktası Uluslararası Ticarette gizlidir dememiz iddialı bir söylem olmasına rağmen yanlış olmayacaktır. Şuan “Kültür/Ticaret” etkileşiminin “Uluslararası Ticaretin Neresindeyiz?” sorusuyla ilgisini anlamlandırmaya çalıştığınızın farkındayız; aslında aklınızda oluşan bu sorunsala ışık tutmayı deneyeceğimiz için ne mutlu bize….

İnsanoğlunun var olduğu ilk çağlardan bu yana ticaretin ana döngüsüne alışıla gelmiş bir bakış açısıyla bakarsak “ticaret” kavramı somut olarak, “meta-satıcı/meta veya para-alıcı/meta-mekân/meta-transfer (taşıma/nakliye)” denkleminden oluşmakta; soyut anlamda ise bir nevi meta(mal) ile paranın insanlar veya kurumlar arası “satış yöntemi” ile “el değiştirmesi” olarak tanımlanabilir. Peki, “satış” diye adlandırdığımız bu eylem neye göre ve detaylı olarak nasıl gerçekleşiyor? İşbu ticari satış operasyonunu oluşturan sadece bir tesadüfler zinciri mi yoksa içgüdümüz ya da deneyimlerimizle hareket ederek tasarladığımız bir eylem planımız mı? Tüm bu oluşumun yalnızca tesadüflerden ibaret olduğuna inanırsak ne bizler gibi Uluslararası Ticarete gönül vermiş uzmanlara ne de bu alanda çalışan hiçbir kuruma (hatta şuan okuduğunuz bu web sitesine bile) ihtiyacımız olmayacağı anlamına gelir. Biz tabii ki de yaşadığımız her dünyevi olayı mutlak yönlendirme gücüne sahip çekim yasası/kısmet/kader/nasip/şans gibi olayların oluşumuna katkıda bulunan para psişik enerjilerin varlığını inkâr etmiyoruz; sadece bu doğaüstü etkileri kendi döngüsü içinde bir tarafa bırakarak ticaretin oluşumunu “somut” anlamda etkileyen “planlama” olgusu üzerine odaklanmayı arzu ediyoruz. Planlama kurgusunun analizi için istatiksel hesaplamalar, detaylı veri analizleri, finansal tablolar, karmaşık raporlamalar, testler ya da deneylerin incelenerek rakamsal olarak doğruluğu tartışılamayacak kadar peşin hükümlü bir çalışmanın yapılması gerekliliğini savunmuyoruz. Bilakis bizim işimiz bir olgunun ya da verilerin doğruluğun kanıtlanması değil, aksine analitik düşünceyle olası farklı görüş ve düşüncelerin bulunup sorgulanmasıdır. Kimsenin sizlerden fizik/kimya parabolüne benzer karmaşık bir olguyu çözmeniz gerekliliği yönünde bir beklentisi yok; kaldı ki biz bile âcizane çözmeyi istemezken….

Tüm bu sözel çıkarımları bir kenara koyalım, özellikle Uluslararası Ticarette “planlamanın” kapsamı hususunda gerçekten daha fazla kafa yormamız gerekiyor. Yalnızca ticareti kendi olağan döngüsünde düşünürsek yapılacak herhangi bir planlamanın bize finansal gücü/parayı getirmesi lazım; ancak bu şekilde hedef/sonuç ilişkisinde bir başarıdan söz edilebilir. Tam da bu denklemin içine katalizör gibi çalışacak “kaynak” tanımının eklenmesi gerek; sonuçta paranın olası kaynağının tüm detaylarını bilmeden paraya ulaşmak mümkün olmayacaktır.  İşte bahsi geçen bu “kaynak”, kültür diye atfettiğimiz toplumun temelini oluşturan tüketim alışkanlıkları; toplumsal yaptırımlar; bireylerin yaşam tarzı ve tercihleri; örf, adet, gelenekler ve görenekler; dini motifler; siyasal ve askeri yaklaşımlar yani genel olarak bir toplumu toplum yapan normların bütünlüğünden ibaret değişken bir olgudur. Net bir örnekle halk arasında dile gelmiş “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” deyimi, aslında bu konuyla ilgili tam olarak ne demek istediğimizi özetler nitelikte. Bu cümleyi kapsamlı olarak incelersek aslında kavramların birbiriyle doğrudan ilişkisini net olarak anlamlandırabiliriz: “Müslüman mahallesinde(mekân/pazar), İslam dinine(kültür olgusu/tüketim alışkanlığı) göre yenilmesi caiz olmayan salyangoz(meta/mal) satmak(ticaret)” ve bu satışın/ticaretin başarısından yani hedef/sonuç yaklaşımıyla para kazandırma/ kazandırmama durumundan bahsetmek. Sözün kısası uluslararası platformda istikrarlı bir ticaret kurgusu için alıcı ve satıcının içinde bulundukları şartları iyi analiz edip birbirini çok iyi tanıması lazım. Bu tanıma ve yapılanma surecinde adeta bir köprü gibi çalışacak uluslararası ticaret uzmanlarının desteğine büyük gereksinim mevcut; ancak bu şekilde doğru meta/kaynak eşleşmesi yapılıp tüm taraflar için uzun soluklu ve verimli bir ticaret ağı kurulabilsin. Biz Minola ailesi olarak mevcut ya da hayal ettiğiniz ülkeler arası projeleriniz, yatırımlarınız ve ithalat/ihracatı kapsayan diğer tüm ticari aktivitelerinizde sizin için yeni köprüler kurmayı hedefliyoruz; bu bağlamda Uluslararası Ticaretin tam da merkez üssünde işimizden aldığımız ilhamla, siz değerli potansiyel iş ortaklarımıza sunduğumuz profesyonel danışmanlık hizmetlerimizden büyük keyif alıyoruz. 

Ve gel gelelim Türkiye’de süregelen destansı Pazar hikâyeleri ve çalışmalarına… Aslında Türkiye’nin “Uluslararası Ticaretin Neresinde” olduğu ile ilgili bu bölümü birçok uzman gibi istatiksel rakamlara boğarak anlatmamız gerek ama biz çok şükür ki klasik yöntemlere takılıp kalmış bir ekip değiliz. 13 yılı aşkın süredir Organize Sanayinin içinde, piyasanın nabzını yerinde tutmanın yanı sıra hizmet sektöründeki ayrıcalıklı uluslararası bilgi birikimine ulaşmış bir firma olarak mevcut birçok istatiksel ticari bulguların doğruluğu bizim için bile birer çelişki unsuru olmuşken kaldı ki bu değerlere dayanan bir kuramı da sizinle paylaşmak bize pek yakışmaz. Peki, nasıl anlatsak nereden başlasak da bu konuyu yorumlasak size? Keskin hatlı tanımlamalarla bu duruma peşin hükümler vermek kolay değil ama en anlaşılır şekilde basitçe ve genel anlamda diyebiliriz ki Türkiye’nin Uluslararası Ticaret yapılanması, Türk kültürünün bilindiği veya tanındığı tüm Pazarların tamamını kapsar. Başka bir deyişle girilmesi hedeflenen uluslararası bir Pazarda, kendi kültürünün farkındalığını yaratabilmek, ilgili o Ülke için en değerli reklam unsurudur; kaldı ki gidemediğin, göremediğin ve varlığını hissettiremediğin yer “Pazar” anlamında zaten senin değildir. Bununla ilgili “toplumsal kalkındırma ya da sosyal yardım” adı altında bazı Pazarlarda faal olarak takip edilen birçok farklı devlet politikaları ile Türkiye’nin Uluslararası Ticaret hacminin artırılmasının hedeflenmesi de bizim düşüncemizi doğrular niteliktedir. “Kültür” olgusunu Uluslararası Ticaretin tek etken maddesi olarak tabii ki düşünmüyoruz; coğrafi, politik ve stratejik yakınlık, teknoloji ve sanayi hacmi, imalat maliyetleri ve rekabet gücü,  ayrıcalıklı meta olanaklarına sahip olma (madenler, mineraller, doğal kaynaklar, canlı hayvan ve bitkiler), para politikaları ve kur farklılıkları gibi uluslararası ticaretin gelişimini etkileyen diğer önemli yaptırımları da ihmal ettiğimiz düşünülmesin lütfen. Sonuçta farklılıkları sevmeyen T.Hobbes’un aksine bizler, Leviatan’da bahsi geçen halkın geleceği için “tüm güçlerin tek bir yerde toplanması ve farklılıkların sistem içinde yok edilmesi” fikrine, Uluslararası Ticarette çok sesliliğin mutlak ürün çeşitliliğini ve güçlü rekabet anlayışını destekleyeceğine inandığımızdan, karşı çıkanlardanız.

Tüm istatistiki veriler ve toplumsal ticari analizler bir yana Türkiye gibi göreceli olarak hızla gelişen bir ekonominin, Uluslararası platformda ticaret hacmi açısından ön sıralarda yer alamaması oldukça düşündürücü bir sonuç. Mevcut sınaî, kaliteli iş gücü ve teknolojik bilgi birikimimizin eksikliği, küçük ve orta ölçekli şirketlerin kurumsallaşma sürecinin arka bahçesinde geleneksel “Has bel kader Ticaret” anlayışının yıllardır hüküm sürmesi, babadan oğula geçen temsili “veliaht” şirket anlayışı, ucuz işgücü kaygısı ile uzman kadro istihdamının yetersizliği ve ticarette profesyonel danışmanlık hizmetlerinin tercih edilmemesi, uluslararası platformda Türkiye’yi hak ettiği ticaret hacminden mahrum bırakmaktadır. Yıllardır önceliği “maddi tasarruf içerikli” ticari geleneklerin gölgesindeki şirketler, ısrarla yaptığımız işi hala “Dış Ticaret” olarak tanımlarken, gerçekte hak ettiği değer ve konumu göremeyen “Uluslararası Ticaret” oluşumuna tahsis edilmiş özel bir bütçeyle, bağımsız bir birim tarafından yönetilememesi de bizim açımızdan hiç şaşırtıcı bir olgu değil. Kaldı ki önemli bir anlam karmaşasının gölgesinde şekillenen ticari operasyonların tam verimli olarak yapılanmasını beklemek, bizim için, yel değirmenlerine karşı savaşan Sir Don Kişot’un (Don Quijote) mutlak zafer beklentisiyle eş değerdir.

Onca ettiğimiz sözün ardından “Türkiye’nin Uluslararası Ticaretin Neresinde?” olduğu sorusuna biz daha ne demeliyiz inanın bilemiyorum. M. Göle’nin de dediği gibi “Belki de hiç başlamadıklarından kimi hikâyeler hiç bitmez” sözü ile bu konuyu sizlerin engin yorumlarınıza bırakıp göreceli olarak noktalamak sanırım hepimiz için yaşadığımız ortam ve koşullardan dolayı en doğru yaklaşım olacaktır.

Eşit dağılımlı aktif ihracat/ithalat politikalarının Türk ekonomisinin temelinde uygulandığı ve tüm bunların ticaretin lokomotif unsuru KOBİ’lerimizde pratikte de hayata geçirilebilen bir sistemle yaygınlaşacağına inandığımız ideallerimizi, güzel memleketimizde bir gün görebilme hayalimizle…